BİRİNCİ OLAY-1916
Tedip edilecektir Dersim. Asker girecek, asileri cezalandıracak, devlet hakimiyetini kuracaktır. Komutan Galatah Şevket’tir. Namı diğer Galatah Deli Şevket.
Kortanlı asi değildir. Onların evleri, arazileri, malları vardır. Yerleşmişlerdir bir yerlere ve ekmeklerini bileklerinin gücü, alınlarının teri ile kazanmaktadırlar. Ama askerin hedeflerinden biri de Alan aşireti. Bilinir ki, asker geldiğinde suçlu suçsuz ayrımı yapmaz. Pisi pisine giderler bazıları.
Bahattin oğlu İsmail, ulu bir kişi; sözü dinlenir. Bölgedeki en namlı cemaatçilerden: Adil,oturaklı, güçlü. Onun yaptığı cemaatlere itiraz olmamıştır. Herkes bilir ki onun kararlan açıktır, tarafsızdır.
İsmail’in bir oğlu var, adı Hüseyin… O biraz farklıdır. Babasının yolundadır ya biraz daha bileğe ve silaha yatkın. Belli olmaz, çeker vurur. Sonra kim hesap sorar ki… Malı da çoktur ha. Sako dağının tepesine bile yayla kurmuş, dağın tepesini arpa tarlasına çevirmiştir.
“Asker geliyor!” dediklerinde alınmamış. Niye alınsın ki, bir kabahati olmamıştır bugüne kadar. Köylüler yüklenirler birkaç parça eşyalarını Haydaran dağlarına yönelirler. Hep böyle olmuştur zaten:
Bir yerlere sığınmak gerekiyorsa. Alan topraklan uygun değil. “Haydi Hüseyin amca!” derler, aldırmaz. Ta ki Üskür Tepe’de namlular parlamaya başlayana kadar. Askerin gelişinden, bir yerlere gitmek gerektiğini anlar. Anlar ama ne çare ki geç kalmıştır.
Yıl 1916, mevsim ilkbahar. Yazı bulduklarında artık malı yoktur. Hani: “Demenanlılar zaten hırsız. Ben bu kadar malı alıp onların içine gidemem.” dediği malı. Annesi ve amcası öldürülmüştür; oğlu yaralı, kızları kayıptır. Babası da Mustafa Çavuş’u öldürmüştür. Karısına sarkıntılık ettiği için. Yaşadığı toprağa her gelene itimat etmenin cezasını çekmiştir. O da kaçsaydı belki bu kadar zarar görmezdi.
Galatalı Şevket’in yaptıkları Çerkez birliklerine mal edilir. Yıllarca anlatılanlarda ise olaylar lanetlenir. Çünkü Kortanlıda savaşmaya yetecek silah yoktur. Olmayınca da kıyımın, tecavüzün ve hakaretin mağduru olurlar.
İKİNCİ OLAY: ALAN-DEMENAN KAVGASI
Aşiretler arasında kavga hemen her an her yerde ve düne kadar içtikleri ayrı gitnıeyen aşiretler arasında olabilir. Dersim’de yaşamanın kuralı budur. Bu toprakların kabul edemeyeceği tek şey zayıflıktır. Herkes kendi gücüyle yaşamayı öğrenmelidir. O nedenledir ki Alan Demenan kavgası olağan bir iştir.
Adam sabah bakar ki bağlandığı yerde yok keçisi. Bu kör bir keçidir. Keçi kör de olsa süt verir ve en önemlisi kendisinindir. Sabah bağlandığı yerden akşam çözülür, içeri alınır. Nasıl olduysa o gün unutulmuş. Dışarda unutulan da kurda kuşa yem olur.
Madem Allah can verdi, doyuracaksın. Aç kalan biri gece keçinin ipini çözüp götürmüş. Kim olduğu da belli değil; Ne ayak izi, ne kemik, ne deri, ne de kan izi var…
Düşerler yolara. O zamanın insanları usta birer iz sürücüdürler. Vardıkları son nokta. Demenan aşiretinden birinin evi. Almışsa bu almıştır. Adamın inkarı çare olmaz, herkesin bir doğrusu vardır. Sen kırk kere “Ben almadım.” de, yemin et. Dediğin doğru da olsa. kim inanır.
Herkesin bir dağı, sırtını verdiği bir duvarı, güvendiği kimsesi yok mu? Yedirirler mi adama göz göre göre? Eller tetikte, başlar bir tartışma… Kim çekti tetiği, kimin tüfeği önce ateş aldı? Ne önemi var ki! Sen sonuca baksana: 40’a 41. Alan aşiretinden 41 ölü ve bir kör keçi, Demenan aşiretinden 40 ölü. Toplam 81 beden serilir kara toprağa. Her iki yanda da kahramanlar, hainler türer.
Teraziye vuralım. Kefenin bir yerinde kör bir keçi, ötekinde seksen bir adam… Boş ver… Adam mı yok dünyada!
ÜÇÜNCÜ OLAY: 1938 DERSİM HAREKATI
Bu öncekilere hiç benzemedi. Asker köye geldiğinde kimsede kaçacak hal yoktu. Korpığ’daki Kortanlıların bir kısmı yakalanmış öldürülmüşlerdi Demenanlıdırlar asidirler, diye. Doğrusu onların da köyleriyle bağlarını kopardıklarını, Demenanlılarla birlikte hareket ettiklerini de söylerler. Asker köye geldiğinde yıl 38’i gösteriyordu ve asker 1937 ‘de başladığı işi bitirmeye çalışıyordu.Köyün ortasına topladılar köylüleri. Muhtar Hasan oğlu Dursun (Durse Hese Usıv) idi. Türkçe biliyordu. Komutanla bir şeyler konuşuyorlardı. Büyüğü küçüğü bir arada korkulu gözlerle konuşmayı izliyorlar, bir yandan da bildikleri duaları okuyorlardı. Biliyorlardı ki ölümle yaşam arasındaki sınır komutanın ağzından çıkacak iki hecelik bir sözcük kadar kısaydı. Muhtar bu sözün söylenmemesi için çırpınıyordu. Bir ara sesini yükseltti. Adeta bağırıyordu:
-Komutan, biz de bu vatana hizmet ettik. Biz de askerlik yaptık. Bizden ne istiyorsunuz?Komutan boşluğa bakar gibi bakıyordu toplanan kalabalığa. “Ateş!” dese üç noktaya konmuş üç makineli tüfek birden ölüm kusacaklardı. Bir makineli tüfeklere baktı, bir semaya kınsız hançer gibi saplanmış Sako dağına. Çok geçmedi muhtara döndü:
-Muhtar tam 18 silah teslim edeceksin bana!
Muhtar şaşırdı. Silah vardı olmasına ya silahını kim verirdi bu şartlarda!
-Komutanım, bizde silah yoktur. Devlet bize 118 tane silah verdi,
Demenanlılara karşı kendimizi koruyalım diye, onları da geri verdik. Komutan hiç oralı olmadı:
-Muhtar tam 18 silah istiyorum, dedim sana! Karşında aptal mı var, ben kaç silah olduğunu bilmiyor muyum, der gibi bakmıştı gözlerine muhtarın. Muhtarın nutku kesildi. Başka çare yok, 18 silah bulunup teslim edilecekti. Muhtar silahlan toplamak için çıktı köyün içine. O tarihte Kortan’ın sınırı Korta Sure denen bölgenin batı sınırına kadardı.
Kalabalığın sol alt kısmında Ale Sime Bad’in evi vardı. O da kalabalığın içindeydi. Çaresi yok ya öleceklerdi hep birlikte, ya da yaşayacaklardı. Hangi dille söylenirse söylensin yaşamak ama o iki heceli kelimeyi söyletmemek gerekirdi.
Ali Yeşil (Ale Sime Bad) kapısının önündeki kara kovan arılığa girdi. Biraz sonra halis ballar tepside komutana yollandı. Sınayarak öğrenmişlerdi ki, komutan ikramı kabul ederse, canlarını kurtarırlardı. Komutan balı yedi.
O zaman Kuyluca köyü ve mezraları da Meşeyolu köyüne kayıtlıydı. Muhtar her evi dolaşıp tam 18 silah topladı. Komutan bilgiyi nereden almışsa sağlam almış, 18’in bir üstü tövbe bulunmazdı. Bir gün sonra komutana teslim edildi mavzer ve bir kısım çakaralmazlar. Hani sopa olarak yanında taşıyacağını da silahtan saymış almışlardı. Kortan’dan Çukur’a yönelen asker aşiret ağalarını, çoluk çocuk toplayıp götürdü. Çok değil iki gün sonra Mazgirt dağı üstünde kartallar, leş kuşları uçmaya başladı. Alan ağalan yediden yetmişe kırılmışlardı. Ölüm şekilleri hep karanlıkta kaldı. Gidip bir mezar bile kazamadılar ama yıllarca katlediliş hikayelerini anlattılar, ağıtlar yaktılar sevenleri.Ama doğrusu pek fazla üz ilen de olmadı. Hatta birçokları içten içe sevindi de. Onlar ağalıklarıyla az mı çektirmişlerdi insanlara? İyilikleri hatıra gelmiyordu, yaptıkları kötülüklerin ise haddi hesabı yoktu.Birkaç ağıtla anmak bile fazlaydı onlar için…
Yalnız bir adam vardı sebepsiz yere ölen: Ali oğlu Kamer. Ötekiler ölümü hak etli mi? Ayrı mesele. Köylülerin bir aşıra çeyrek kal
mış bir zaman boyu birbirlerine anlatıp durdukları Ali oğlu Kamer’in öyküsünü yazılı olarak tekrarlayalım.
Meşeyolu köyüne gelen asker Ali oğlu Kameri aramaktadır. Bir grup asker, köyden birini kılavuz etmiş Ali oğlu Kamer’i almaya Vıroz denen yere gitmişti. Yalnız köyde üç tane Ali oğlu Kamer vardı: Ale Vız oğlu Kamer, Ale Soy oğlu Kamer, Ale Usğan oğlu Kamer.
Ali oğlu Kamer için hazırlanan rapor “Demenan aşiretine bilgi sızdıran, mermi ve cephane taşıyan kişidir, Haydaranlı Kamer Ağa ile dünürdür.” demektedir. Bu niteliklere uyan kişi Ale Vız oğlu Kamer olarak tanınır. Ancak komutan işini sağlama almak için Ale Soy oğlu Kamer ve Ale Usğan oğlu Kamer’i de köye getirtmiştir.
Komutan muhtara sorar:
– Muhtar, Ale vız oğlu Kamer kimdir?
Muhtar Komutan’ın yanında oturan adamı gösterir:
– Ale Vız oğlu Kamer budur.
Aynı anda adam da yerinden kalkar: Ale Vız oğlu Kamer benim, der.
Komutan inanamaz. Çünkü bu adama Kamer Ağa diye hitap etmektedir komutan. İki sene boyunca askerle birlikte nakliye işi yapan Kamer’i yakından tanımakta veya tanıdığını sanmaktadır. Her zaman şakayla karışık takıldığı bu sırt hamalının aradığı kişi olduğuna inanamaz. Bir daha sorar:
-Muhtar, Ale Vız oğlu Kamer kimdir?
Muhtar aynı şekilde cevap verir. Komutan Kamer Ağa’ya bakar. Şaşılacak durumla karşı karşıyadır. Düne kadar birlikte oldukları Kamer Ağa bir eşkıyadır artık.
Şimdi yan yana üç Kamer vardır. Biri hakkındaki düşüncesi darmadağın olan komutan adında Soy sıfatı bulunan Ali oğlu Kamer’i de bırakmaz. Üçüncü Ali oğlu Kamer’i bırakır ya onu bırakmasmdaki hikmeti de kimse anlayamaz.
İki Ali oğlu Kamer köye bir daha döndüklerinde ilkel sedyelerle omuzlarda taşınmaktadırlar. Biri hak etmiştir ama öteki suçsuz, derler. İmamdan başka kimsenin yapacağı bir şey de kalmamıştır.
DÖRDÜNCÜ OLAY: 1993 HAZİRAN
Dersim hakkında araştırma yapıp yazı yazanlar bölgede en önemli geleneğin baht olduğunu söylerler. Yani biri birine sığınmışsa, sebep ne olursa olsun, onun canının emniyeti güvenip sığındığı kişiye emanettir. Bu, inancı adet gelenek ve görenekleri ne olursa olsun, bölgedeki hemen her toplulukta vardır.
Üç civan… Üç genç öğretmen… Köyün öğretmenleri… Bu zor şartlarda, kimsenin korkusundan gelemediği bu dağ başlarında öğretmenlik yapıyorlar. Demokratlıklarına çok güveniyorlar. Doğrusu öğretmenlerin kişilikleri hakkında köylülerin de olumsuz sayılabilecek herhangi bir söz veya davranışları yoktur. Ama mesele köylü ile bitmiyor ki! Sanıyorlar ki, tanınacak, bilinecek ve korunacaklar. İnançla peygamberlik görevine devam ediyorlar. Gençlik işte, bazen başa bela da olur…
Okulun son günü… Bitirmişler işlerini, yola düşecekler artık. Lakin köylülerle arasında derin muhabbet gereği bir gün daha kalmaları gerekir. Okulda küçük bir yemek toplantısı yaparlar. Ne olursa bu nedenle olur. Oradan geçen silahlı bir grup öğretmenleri öldürür, okulu da yakar.
Köylülerin ata topraklarında yaşama şansları kalmamıştır. Bahtı da koruyamamışlardır. Önce öğretmenlerin cenazelerini gönderirler, sonra eşyalarını yüklerler. Kimisi de kapıyı çektiği gibi düşer yollara. Artık yiyecek ekmekleri, içecek suları kalmamıştır. Ata baba topraklarına yüz sürmenin, ziyarete yalvarmanın zamanı değildir; canını kurtaran şanslıdır.
Bu olayın yorumu bile yapılamaz. Olayda taraf değillerdi, teşvik etmedikleri gibi engelleme yoluna da gidemezlerdi. Kimsenin köylüyü dinlediği yoktu. Yıllar sonra resimlere bakıp bakıp, “Çok karanlık bir olay!” demişlerdir.
Bir zamanlar on bir kadrolu öğretmenin görev yaptığı Meşeyolu köyünde, çocuk sesi duymak ne mümkün. Köye hakim tek ses. ölüm sessizliğidir artık.